YÖK BAŞKANININ SEVDİĞİ TİPLAR
Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en çalkantılı ve trajik YÖK Başkanlığı dönemini yaşıyoruz desek abartmış olmayız. Herkesin gönlünden dünyayı takip eden, Türkiye’yi dünyaya tanıtan, sözde değil özde yenilikçi, araştıran, proaktif ve analitik düşünebilen bir YÖK Başkanı geçerken evvelki seneki akademik yıl açılış töreninde Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı “zat-ı şahaneleri Cumhurbaşkanı hazretleri” şeklinde sahneye davet ederek Sayın Erdoğan’ı dakikalarca ayakta bekletip lisansüstü mezunlarına “tez ödülü” verdiren bir zat-ı muhteremle karşı karşıya güzel Türkiye’m. Sahnede Sayın Cumhurbaşkanımız yorgun düşüp ödül takdimini bırakmak zorunda kaldığında YÖK Başkanı Yekta Saraç’ın bakışları görülmeye değerdi. Vitrine yönelik kurgulanan pembe senaryolar istenilen sonucu vermemişti ne yazık ki.
Esasında YÖK’ün anlamsız varlığı Sayın Erdoğan’ın seneler önce fark ettikleri içerisindeydi. Ancak darbe mahsulü bu kurumun varlığı Anayasa’ya bağlı olmasından ötürü kendileri de bu neşteri vuramamıştı. Kangrenli parmak ise zehirleyici etkisini bütün vücuda yaymak için günden güne enteresan hamlelerin odağı haline gelmiş durumda. Süregelen süreci analiz ederek proaktif önlemler geliştirilmek yerine sonuca kilitlenen cezalandırıcı reaktif bir yönetim şekli hatta yönetilememe şekli YÖK’ü bu denli trajik kılan nedenlerden sadece bir tanesi. Bunun dışında YÖK Başkanlığı evrak kayıt sitemine vatandaşlar ve diğer üçüncü taraf kişilerce yazılan dilekçe, talep, öneri, şikâyet ve ihbarlara zahmet edip yazılı dönüş yapılma yani diğer bir ifadeyle yazılı cevap verme oranı acaba yüzde kaçtır? Ben bu oranın yerlerde süründüğüne adım gibi eminim. Dipsiz bir kuyu gibi içeri ne atarsan kaybolmaya mahkûm. Ayrıca kurum görevlisi ve çalışanlarının arandığında açılmayan ofis telefonları ise bu yapının diğer bir trajikomik tarafı.
Kurumun dünyadaki trendlerden kopuk kararlar aldığı döneme bakıldığında ise; tezsiz yüksek lisans eğitimini başarıyla tamamlayan mezunların anayasal hakkı olan eğitim hakları gasp edilerek doktora eğitimi almalarının önünün kapatılması, buna karşın tezsiz yüksek lisansı dahi olmayan lisans mezunlarına doğrudan doktora eğitimine başlatılması yaşanan tezatlıklardan sadece bir tanesi. Diğer taraftan geriye dönük uygulayarak hukuk ilkelerini ayaklar altına alacak şekilde tezsiz yüksek lisans yapan mezunlara öğretim görevlisi olma yolunun kapatılması, ilgili kişilerin geçmişte o eğitimi aldıklarında bu yönde yasal bir engel olmaması gerçeği karşısında nasıl bir kul hakkından bahsedilmesi gerektiği vicdanlardaki takdirlere maruzdur.
Dünyanın referans aldığı, global ölçekte en önde gelen üniversitelerin ve kurumların resmi olarak kullandığı IELTS yabancı dil sınavının tanınırlığının iptal edilmesi de hangi YÖK Başkanlığı dönemine denk geliyor acaba? Nedeni acaba içinde dinleme ve konuşma gerekliliklerinin olması mıydı? Çünkü yerine alternatif olarak sunulan YDS sınavı sadece kâğıt üzerinde gerçekleştiriliyor; içinde ne İngilizce dinleme var, ne de konuşma. Yönetilememe vakalarının ardı arkası kesilmiyordu. Vakıf ve devlet üniversitelerinde çalışan akademik personel maaşlarının kanunla düzenlenerek eşitlenmesine ve kanunun yürürlüğünün derhal olmasına karşın; yine hukuk ilkeleri ayaklar altına alınarak kanunu hiçe sayan bir YÖK Genel Kurul Kararıyla uygulamanın başlangıcıyla ilgili Vakıf Üniversite Yönetimlerine esneklikler getiriyordu. Yani YÖK, akademisyeninin değil işverenin arkasını kolluyordu. Şaşırdık mı? Hayır.
Yurtdışından yabancı öğrenci kabullerine ilişkin YÖK aldığı bir kararla uzaktan eğitim yoluyla alınan yurtdışı lise diplomalarının herhangi bir koşul ve şarta bağlanmaksızın doğrudan iptal edildiğini ve yine hukuk ilkelerini hiçe sayarak bu kararının geçmişe yürüyeceğini hükmediyordu. Sanırım denklik veren Milli Eğitim Bakanlığı ile olan restleşmesinin acısını yine öğrenciye yansıtıyordu. Ortada bir usulsüzlük var ise YÖK olarak bunu tespit etmek yerine herkesi bir kefeye koyup geçmişte böyle bir yaptırım olmayan dönemde üniversiteyi kazanan öğrencileri mağdur etmeyi tercih ediyordu. Hukuk ve Mühendislik alanında getirmiş olduğu üniversite sınavı sıralama şartıyla Türkiye’deki birçok yükseköğretim kurumunun sıralarını boş bıraktırıyor, vakıf üniversitelerinde istihdam edilen akademisyenin işsiz kalmasına sebep oluyor, kurulan laboratuarlar, altyapı ve tesisler dâhil diğer tüm milli kaynakların israfına sebebiyet veriyordu.
Ayrıca bu dönemde dünyadaki yükseköğretim otoriteleri, uluslararası düzenleyici kurumlar ve global ölçekli kuruluşlarla hangi konularda müşterek projeler geliştirildi? Türkiye’de hangi küresel ve yenilikçi projeler hayata geçirildi? YÖK Başkanı, Türkiye’deki uluslararası öğrenci sayısının artırıldığını kürsüden açıklarken neden kimse dönüp ona sizin bu süreçteki katkınız ne oldu diye soramadı? Uluslararası öğrenciler için hangi sosyal, kültürel, insanı yardımı yaptı? Hanginin derdine derman oldu? Hangi gruplarla bir araya gelip sorunlarını dinledi? Veya hangi gruplarla bir araya gelebilecek yabancı dili bilen YÖK Genel Kurulu ve Denetleme Kurulu Üyeleri görevlendirildi?
Peki, YÖK Başkanı kimleri sevdi? Üniversiteleri denetlemek üzere teşkil ettirilen ve demokrasinin kılıcı gibi rektörler üzerinde esip gürleyen Yükseköğretim Denetleme Kurulu Üyeleri kimlerden oluştu? YÖK’un kurulları neden emekli rektörlerin arka bahçesi oldu? Neden kamu idarelerindeki görevleri sona eren veya erdirilen kişilerin dinlence mekânı haline dönüştürüldü? Yüksek lisansı dahi olmayan lisans mezunu bir ilahiyatçının Üniversitelerin Üst Yönetimleri üzerindeki bu sınırsız denetleme, sorgulama ve itham altına sokma gücü nereden geliyordu? Eminim ki bu konular Sayın Cumhurbaşkanımızdan kamufle ediliyor ve kendisine yeterince bilgi aktarılmıyor. Çünkü bu denli informal bir yapının Türkiye’de hiçbir üst kurul statüsündeki teşkilatta hatta ve hatta hiçbir kamu idaresinde eşi benzeri yok. En basit şekliyle Yükseköğretim Denetleme Kurulu’nda kurul üyesi denetçi olmanın bir kriteri yok. Mesele YÖK Başkanının iki dudağının arasından çıkacak söze bakıyor.
Hal böyle olunca bu kurulda öyle kişilere görevler veriliyor ki akla ziyan. Akademik camiada bir yandan etik ilkelerden bahsederken zamanında bir yandan rektörlüğü döneminde kardeşini fakülte sekreteri, diğer akrabasını İdari ve Mali İşler Daire Başkanı yapan kişileri görüyoruz. Nerde kaldı etik ilkeler? Rektörlüğü bittikten sonra da bu fakülte sekreterinin Bursa’ya yol aldığı söyleniyor. Bu konuda duyduğu rahatsızlık sonucunda rektöre karşı işlem başlatılmasını talep eden üniversitede görevli bir akademisyen hakkında soruşturma açılıyor ve disiplin cezası veriliyor. Ancak rektörü kollamak için görevlendirilen soruşturmacı daha sonradan KHK ile üniversiteden ihraç edilmiştir. Mağdur akademisyen aldığı cezayı mahkemede iptal ettirir ancak rektör o kadar kızmıştır ki; öğretim üyesi, izinli olduğu günlerde tutturulan “işe gelmedi” tutanaklarıyla görevden atılır. Bu arada “işe gelmedi” tutanağını tutan şahıs da FETÖ ile bağlantısı nedeniyle KHK ile ihraç edilmiştir. Mesele bununla da kalmıyor, aynı zat-ı muhterem FETÖ’den adli işlem yapılan en yakın çalışma arkadaşı yani Özel Kalem Müdürü Doç. Dr. S. K. hakkında rektörlüğe hitaben hazırlanan dosyadan birkaç gün sonra o kişiyi emekliliğe sevk ettiği iddiasına ne demeli?
Peki, bu zat-ı muhterem acaba rektörlüğü döneminde görev aldığı üniversiteyi nasıl yönetti? Görev süresini tamamlayacağı dönemde URAP’ın 2016-2017 verilerine bakıldığında Tüm devlet ve vakıf üniversitelerini kapsayan ortak üniversite sıralaması listesinde 130 üniversite arasında en sonuncu yani 130’uncu sırada yer aldı. O dönemdeki 95 devlet üniversitesi sıralamasında da yine son sıradaydı. 2000 yılından sonra kurulan ve 58 üniversiteyi içeren sıralamada da aynı şekilde üniversitesi son sırada yer aldı. Başarıları saymakla bitmeyen bu rektörün, YÖK Denetleme Kurulu’nda da yepyeni başarılara imza atacağı ortada (!).
Bugünlerde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına intikal eden organize suç örgütü yapılanmasına ilişkin dosyada ise malum şahsın yeni illegal girişim ve faaliyetlerine rastlamak mümkün. Bu seferki macerasında ise yalnız değil. Yanına yabancı uyruklu öğrenci kontenjan pazarlamacısı Vedat Demir’i de almış. Üniversite rektörleri, Vedat Demir’i Cumhurbaşkanlığı Külliyesi merdivenlerinde çekilmiş daha doğrusu çekilmiş süsü verilen fotomontaj fotoğrafından tanıyacaklardır. Karadeniz’den Ege’ye, İç Anadolu’dan Akdeniz Bölgesine kadar irtibat sağladığı ve yabancı uyruklu öğrenci kontenjan satış pazarlığı yaptığı üniversite idareleri listesi çıktı bile. Kombine hareket eden bu muhteşem ikilinin maceralarına tüm Türkiye yakında tanık olacaktır: yatsı ve mum hikâyesi! Unutmadan birde devrin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün iki kez atadığı geçmişin bu malum ex-rektörü, şimdinin YÖK Denetleme Kurulu üyesi zat-ı muhteremin bizzat benimle telefonda yaptığı ince (!) ayarlı yazışmaları, yabancı öğrenci kontenjan politikaları ve pazarlıkları ile yazışmalarını titizlikle muhafaza ediyorum. Sayın Cumhurbaşkanımıza bizzat telefonumla sunmaya hazırım, artık gerisini kendileri ve YÖK Başkanı düşünsün.
Ülkesini seven ve milli lider olarak gördüğümüz Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın vizyon ve stratejilerini kendine felsefe edinmiş milliyetçiler olarak bu gibi çağın gerisinde kalmış kurum ve yapıların biran önce rehabilite edilmesini ve 2023 vizyonuna yakışır hale getirilmesini temenni ediyor; Yüce Yaradanın, Sayın Cumhurbaşkanımıza sağlık, sıhhat, azim, güç ve kuvvet vermesini diliyoruz.
MİLLİYETÇİ ÖĞRENCİ İDARELERİ KONSORSİYUMU